#blogumadokunma !

Saçmalıklar ülkesine döndük resmen. Youtube, Fizy derken Blogger’ın da kapandığına şahit olduk. Geriye kalan günler daha fena şeylere gebe gibi… Fikir ve düşünceye vurulan engellerin boyutu artık gökdelenleri geçti. Sonra gençlerimize düşünün(!), milletimize de “Sen Türkiye’sin, Büyük Düşün (!)” gibi gazlı sloganlarla “hadi aslanım düşün ama benim izin verdiğim kadar düşün” demek ne kadar doğru değil mi? Lakin bu işin ucunda Digiturk’un haklı davası yatsa da işin boyutu Google’a müdaheleye kadar gitmekte… Velhasıl önü alınmayacak bir yayın paylaşma meselelerinden ne kadar suçlu sayılabilir Google?.. Oldu ki sayıldı fikire pranga vurmak ne kadar doğru?.. Elimizden geldiğince kınıyoruz bu durumu! #blogumadokunma !

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Sabah 4, Kafa Kazan, Başlık Yok

2009’un güneşli bir sabah köründe, Ankara-İstanbul güzergâhını izleyen ve içerisinde envai çeşit çakırkeyf mısralar dönen bir deplasman otobüsüne atlamış, şampiyonluğa gidiyoruz. Yanımda halaoğlu demeye dilimin varmadığı “abim” var. Milletin muhabbet edesi gelince illa ki eskiler anlatılmaya başlanıyor. Aramızda en eskilerden biri de o abim, ve haliyle başlıyor anlatmaya.

“Bir gün falan yerde filan maçtayız. Şöyle mevzu döndü, böyle fırtına koptu. Şöyle düştük peşlerine, böyle topukladı i.neler…”

 

Abi, maç kaç kaç diyorum, gelen cevap zamk gibi yapıştırıcı, hayat kadar apıştırıcı.

 

“O zamanlar biz sahaya bakmazdık. Maç sonu akıl edip biri tabelaya bakarsa ne alâ. Yoksa gece haberlerine yetişirsek oradan öğrenirdik maçı, öğrenemezsek ertesi gün çocuklar söylerdi okulda.”

 

**

 

Gittiği maçın skorunu dahi bilmeyen –ilgisizlikten değil, kendisini enterese etmediği için bilmeyen- taraftardan günümüz profiline ulaşmanın en efendice tanımı erozyonsa şayet, tillahını yaşadığımız günlerdeyiz. Gol atmak-ya da kaçırmak olarak iki seçeneği varsa futbolcunun, o adam on saniye sonrasının potansiyel kahramanı ya da haini olabilir. Dünyanın en dandik hukuk sisteminin, hatta hukuksuzluğun bile yaratamayacağı bu kaosu yaratanlar bizleriz.

 

Artık ne bilet kuyruklarında sabahlamak var, ne tahta üzerinde kıçının altına serdiğin gazete kağıdına oturmak. Cefa çekmek olmayınca tüm gayret cefanın kontrastı sefaya yönelmiş vaziyette seyrediyor ve artık bilete ne kadar para vermişse, ya da kupona kaç lira basmışsa o kadarlık hak iddia ediyor insanlar. Tabi tüm bunlara sebep biraz da Beşiktaş’ın kabuk değiştirmesi. Beklenti ve hayal kırıklığı arasında durmaksızın seyreden doğru orantı, taraftarlığın kitabına ters düşmekte.

 

**

Beşiktaş’ın neden bu halde olduğunu sorguluyoruz hepimiz kendi içimizde. Sebepler göreceli, değişken ve çok sayıda. Bu yüzden biraz da kafamıza nasıl eserse orayı deşiyoruz. Kimisi Schuster diyor, Schuster ne yapsın topçu oynamadıktan sonra diyen bir kesim çıkıyor ortaya bir süre sonra. Kimisi taraftar diyor, öteki sıcacık evinden tribündeki adama sallama diyor. Kimisi yönetim diyor, öteki el insaf diyor. Okuyan yeter diyor, Beşiktaşlı of ulan of diyor. Herkesin kendince haklı sebepleri var ve zikredilen her sebebin Beşiktaş’ın bu noktaya gelmesinde etkisi var fakat, bana göre herkes geçici teşhisler koyuyor. Bunca keşmekeş, sorun ve teorinin arasında ben de kendimce seçtiğim suçluyu huzurlarınıza sunuyorum: “Endüstriyel futbol”

 

**

 

Beşiktaş gerek gelenekleri ve camianın yapısı, gerekse taraftar duruşu dolayısıyla Türk sporunun direnişçi ve mütevazi kimliği olmuştur. Beşiktaş’ın zirveye yükselişi, fabrikatör bir babanın oğlunun hikayesinden ziyade, bir sokak çocuğunun, bir balıkçının ya da ayakkabı boyacısının tırnaklarıyla kazıyışıdır. Diğerleri son model arabalardan yükselen uptıs dımtıs müziklerle caka satarken, mahalleye omzunda paltosuyla yayan gelen ve o poz kesen züppelerin dahi yol vermek için durduğu ağır ağabeydir Beşiktaş. Viski, tekila, cin içmez. Aybaşlarında bi yetmişlik alıp yollanır evine ikramiye tadında, yolsuz kalmışsa da büfede tuzlu fıstıkla bira içer genelde. Yani sokakta kolay görebileceğiniz bir profildir Beşiktaş. Krosta, briçte, salonlarda işi olmaz.

 

**

 

Bu ağır abi kendinden ödün vermez hiçbir koşulda. Bizim ağır abiyi de biz böyle sevdik aslında. Yalnız bu sene ne olduysa oldu, bir yerlerden bir el değdi Beşiktaş’a. Önce omzundaki paltoya kaba dediler, sonra marka bi kazak alıp bağladılar omuzlarına. Rakı meyhane içkisi deyip kokteyle götürdüler, ocakbaşından vazgeçirip suşiye tav ettiler. Oysa o çubukları tutamayıp yeni imajını sosla zedeledi, o gece boyu açlıkla savaştı ve karnı ancak eve geldiğinde kırdığı üç yumurtayla doyabildi garibin. Ayrıca kafası da iyi değildi, çünkü viskiden bi halt anlamamıştı. Hem suşi onun için çiğ balık demekti ve balık çiğ de olsa rakıyla giderdi.

 

**

 

Bu sene gerçekleşen Guti ve Quaresma transferleri, Beşiktaş’ı vitrine çıkardı. Komşunun züppe çocuklarını geçmek zorundaymış gibi hissettirildi. İspanya bizi konuşuyor, Almanya bizden bahsediyor, her topçu bize gelmek istiyor, dolayısıyla tüm bu gariplik bizden olanın bile kimyasını değiştiriyordu. Devre arası oluşan Portekiz akımı da tüm bunların kaymağı oluyordu adeta. Bir zamanlar sadece çıkıp oynamasını beklediğimiz Beşiktaş’tan, daha maça çıkmadan kazanmasını bekliyorduk. Bize ilişkin hayaller değildi bunlar. Oysa biz üzerinde reklam olmayan formaların, hakem penaltı çaldığında faul yok diyen forvetlerin, topun kornere çıkmasını engellemek için beş metre depar atıp kendini yerlere atan kalecilerin hayalini kuruyorduk. Guti’nin attığı arapasları çok keyifliydi elbette ama milyonların sevgilisi olan bir şarkıcıda değildi bizim gözümüz, sırf görmek için yol değiştirdiğimiz komşu kızındaydı.

 

Tüm yapılanları kötülemek amaçlı anlatmıyorum bunları. Elbette herkes, elinden gelenin en iyisi dahilinde Beşiktaş için didiniyor, buna her konu için fikir beyan edenler de dahil. Üzülmezciler de Toramancılar da, Schusterciler de istifacılar da Beşiktaş’a ilişkin kaygılar taşıyor ve kendince doğruyu arıyor. Mesele bunların hiçbiri değil aslında, mesele Guti’nin çok daha büyük olmasına rağmen Sergen kadar keyif verememesi sahada. Almeida çok daha iyi golcü olabilir ama Pascal’ın Taffarel’e gömdüğü kafayı vuramaz. Quaresma’nın bir trivelası bize bir süreliğine bir doyum yaşatır ama Recep’in röveşatası gibi olamaz. Belki garip gelecek size ama ben, sahada maç bitsin gidelim takımı görmek ve böyle bir hüzün yaşamaktansa Fevzi’nin geripasına ıskasını veya Hakan’ın yan topa boşa çıkışını daha bir Beşiktaşvari hüzün sayarım. Bu kabuk değiştirme bizi bu kadar yozlaştıracaksa da, tüm vitamini kabuğunda dahi olsa bu Beşiktaş’ın, o kabuğu soyar, vitamine bile posta koyarım.

 

**

 

Şimdi birlik olma zamanı denilen milyon tane şimdiyi Emrah’ın Haydi Şimdi Gel şarkısındaki gibi beklesek de, eğer o şimdi gerçekten şimdiyse, toplanıp birlik olacaksak Beşiktaş çatısı altında birlik olmaya ve o çatının harcında ne olduğunu anımsamaya bakalım. Biz taraftarız, taraf olanız. Tarafımız Beşiktaş, kıblemizin güzergahına armayı asmışız diğer yönlerden ayırabilmek adına. Her fırsatta anlatılan kartalın yeniden doğuşuna bile baksak ayarın Allahını çekebiliriz kendimize. Yeter ki sahiplenelim şu takımı. “Beşiktaş büyük taştır, altında kalırsınız.” demek değil mesele, Beşiktaş’ı yerinden oynatmaya kalkanların üzerine çökmek.

 

**

 

Yarın işe nasıl giderim?

Okulda çocuklar ne der?

Sokağa nasıl çıkarım?

 


Böyle düşüncelere haşa kapılmayı yasaklayalım bünyelere. Beşiktaş büyük taş falan değildir, Beşiktaş dikilitaştır. Bazen sendeleyip meyletse de sağa sola, ayağa kalkacağı zamanı iyi bilir. Tam onun büyüklüğünden şüphe edenlerin ayağı tökezlemişken dikiliverir ve oturtur üzerine, şaşkınlığa zaman bırakmadan.

 

Beşiktaş her zaman her yerde Beşiktaş’tır. Gücü ve büyüklüğü aklın alamayacağı kadardır.

Piza Kulesi Beşiktaş’ın büyüklüğüne olan saygısından önünde eğilmiş ve doğrulamamıştır aslında.

Berlin duvarı Almanların birlik politikası ile değil, Beşiktaş’ın sağlı sollu ataklarıyla yıkılmıştır.

Irak’taki Saddam büstünün İnönü’den yükselen bir “Kartal gol gol gol” feryadına dayanamadığı için yıkıldığı söylenir.

Ve İsrail Filistin’i, diğerlerinin satın alınmış zaferler kutladığı yavşak akşamlarda bombalamaya başlamıştır. O günden beri tanka karşı taş, savaşa karşı Beşiktaş.

 

Eğer bunca ütopik benzetme ardından hala Beşiktaş’a eskisi kadar bağlı iseniz prospektüse bir yan etki düşelim.

 

zatürre gibidir Beşiktaş’ı sevmek, gereken özen gösterilmezse vereme çevirebilir.

Beşiktaş’ı sevmeyi kafasına koyanların ayık olma vaktidir.

Eyvallah.

 

Beşiktaş JK, Doruk içinde yayınlandı | Yorum bırakın

>Derbi Öncesi

>

Kaybedilen Dinamo maçı sonrası Fenerbahçe ile yapacağımız maçın en önemli noktası takımın, taraftarın moralsiz olması. Bu durumun maç sonrası sürdürülmesi, özellikle teknik direktörümüz Schuster’in ağzından dökülen laflar cidden kaldırılacak cinsten değil. Fakat ortada gerçek var ki en azından dönüm noktası olarak gösterilecek bir hafta daha nostaljik arşivlere kaldırılmak üzere… Çünkü, Schuster’in artık bu camiada barınma ihtimali çok düşük. En azından sezon sonuna kadar ite kaka gidileceği aşikar. Kaldı ki bölünmüşlüğü örtmek amacıyla bir organizasyon yapılacağı ortada. Gönül ister ki sabredilsin…
Üç ihtimal klişe sözünü her derbi öncesi duymak rahatsız edici. Aslında Beşiktaş-Fener maçlarında kullanılması tarafımdan garipseniyor. Sebebi ezeli rekabet dönemlerinde (bu dönemin geçmişte kaldığı net ortada) rahmetli usta yazarımız Vedat Okyar’ın, Sergen ile olan diyaloglarında saklı. Vedat Okyar o zamanlar Erdem Ulus’lu BJK TV’de ki bir programda Sergen ile maç öncesi telefonda görüştüğünü söyler. “Akşam n’olur evlat?” sorusuna Sergen’in cevabı “Fenerbahçe abi yeeeaa. Ne olacak ki” der. İşte bu diyalogdur ki “üç ihtimalli” klişesinden nefret sebebimdir Fenerbahçe maçı öncesi. Durumu bu boyuta getirenlerin kendimiz olduğunu bilmek üzücü. Kaldı ki önümüzde yine bir imtihan varken, başarıya endekslenmek kadar Beşiktaş’a yakışmayan olayların gelişmesi geçmişten ders çıkarmamak bu olsa gerek dedirtiyor.
2. yarı fikstürümüzün lehimize olması aslında avantajdı. Artık bu avantajın son demlerini yaşıyoruz aşikar. Her şeyden öte olaysız cezasız bir maç olması tarafımdan tek temenni. İş sahada kendi becerilerini gösterecek oyuncularımıza kalıyor. MHK, TFF türevlerine ise şimdiden kılıf hazırlamak bize yakışmaz. Lakin olası hakem hataları Beşiktaş’ın aleyhine olursa hali hazırda gergin camianın sığınacak bir limanı olur gibi geliyor. Gönül ister ki iki takım adına da adil bir maç yönetilsin.
Teknik taktik konular Schuster’in Erhan – Ernst değişikliklerinde saklanırken, Beşiktaş’ımızın en azından derbiden galip gelmesi yahut gelmemesi pek sıkıntılı süreç getirmemesi gerekli. Üst paragrafa nazaran günah keçisi aramak yerine, daha önceki yazımda da dediğim gibi sabır baş tacı olmalı taraftar açısından. Fakat bizler her işi iyi bildiğimiz için isimlere odaklanıp koltuklara göz dikmekten iyiyi iyiden kötüyü kötüden ayırt etmiyoruz. Nostaljik sohbetlerde duyduğumuz üzüntüler sevinçler kederler bile bize ders çıkartmak adına bir nebze olsun yaramıyorsa, artık bizler futbolun endüstriyel parçalarından bir tanesi olarak görev sürdürüyoruz demektir. 
Maçlar kazanılır kaybedilir. Baki olan Beşiktaş ise, bedene indirgenemez bir ruh ise, bu taraftar özüne dönmediği sürece kaybedilen maçtan çok kazanılamayan ruh’un uçup gitmesidir insana zor gelen…
besiktAsiruh, Beşiktaş JK, derbi, Fenerbahçe içinde yayınlandı | Yorum bırakın

>Bize Düşen Görev

>

Bu yazı uzun bir sessizliğin ardından yazılmıştır. Bu sebeple okurken kendinizi sorgulamak için zamanınızı boşa harcamamanızı tavsiye ederim.
Hepimiz bir sevda uğruna yollara düşmüş insanlarız. Yeri gelmiş Beşiktaş için en sevdiğimiz insanın kalbini bile kırabilecek sözler söylemişiz. Yeri gelmiş evden çıkmamışız kara günde. Kimimiz inadına formayla atkıyla dolaşmış sokaklarda… Hepimizin ayrı bir tanışma faslı olmuş. Kimimiz gazete küpürlerinden öğrenmiş, kimimiz babadan kalma… Sonuçta herkes bir noktada bulmuş kendini, Beşiktaş’ta. 
Geldiğimiz durumun sorumlusunu aramak yerine asıl görevimizi unutur olduk. Para verip karşılık beklemek yakışmadığı gibi, bir insanın para verip karşılık beklemesini normal karşılayamaz olmuşuz. Bölünmeler içinde olmamız gayet normal bir durum. Çünkü bizler alışık olmadığımız senaryolar içine sokulup duruyoruz bilmem kaç senedir. Nasıl davranacağımızı kestiremez olduk kendimiz bile. Oturup düşünme fırsatı da sunmuyoruz, kendi muhasebemizi başkasına tutturuyoruz. Tatmin edilmek uğruna…
Ben Beşiktaş’lılığı sağımdan solumdan şişirilen balon sözler olarak görmedim asla. Böbürlenmedim hiç bir zaman. Gurur duydum elbette, bunları yalnızken yapabilmenin verdiği huzurla sevdim Beşiktaş’ı…
Bir gerçek var ki bizler artık bir trenin raydan çıkmış vagonlarıyız. Sağa sola sendeledikçe kendimize çarpıyoruz.
Peki bizi bu hale sokan şeyleri araştırmak yerine yine koltuğumuzda oturup, en çok küfrettiğimiz mecraya neden sarılıyoruz… Gazetelerin kıyım kıyım doğradığı kendi resmimizi izliyoruz hem de her gün!
Beşiktaş yönetimi bu yıl Beşiktaş’ı kabuğundan kopardı bu kesin. Hatta bana göre bunu bu yıl yapmadı. Beşiktaş zaten yönetim olarak kabuk değiştirmişti. Hem kongresi hem taraftarı hemde başkanıyla tamamen değişim geçirdi. Bunu biz ne kadar istedik? Bu soru cevapsız kalabilir. İyi şeyler olduğu gibi kötü şeylerde hayatın içinde.. Bize sunulan kötüler oluyor farkında olduğumuz da da birbirimize düşüyoruz. Herkes farklı sever fakat aşk’ın telaffuzu her dilde aşk olarak çıkıyorsa orada oturup düşünmek gerek. Bizler bunu isteyeni, istemeyeni ile yapmamanın zararlarını çekiyoruz. Taraftarı tarafından istenmeyen yönetimin kongrede çoğunluğu elinde bulundurması Beşiktaş’ın zaten en büyük zaafı. Futbol takımının mağlup olmasını taraftarın mağlup olması olarak algılamak ne kadar doğruysa, kongrenin bizleri yıllardır mağlup ettiğini görmezden gelmemek gerekir.
İş, yönetim ilede bitmiyorsa ne istediğimizi bilememenin cezasını çekiyoruz demektir. Yıllardır istikrarsızlığın en doruk noktasına ulaşıyoruz. Bu yıl için sürülen makyaj İstanbul’un dengesiz yağmurlarında aktığında da kendi beklentilerimizin karşılanmadığı bir ortamda sancılanmaya başlıyoruz. Bana kalırsa en büyük zaafımız kısa vadede yüksek beklentilerimizin olması. Tabii ki kullanılan sermayenin bunda payı büyük. Fakat alınan borç vadeye düzgün yayılmadıysa vereceği sıkıntıların bundan aşağı kalır yanı olmamalı…
Dönelim başa… Sezon başında yıldız kavramının öz kaynak düzeninden geldiğini bilen Beşiktaş taraftarları olarak bizler, önümüze sunulan yıldızlar ile beklenti içine sokulduk. İddialı sözleri kendimize sakız ederek bugünkü malzeme oluşumuzun zeminini hazırladık. Hiç bir zaman temkinli olamamanın vermiş olduğu o tezcanlılıkla hareket ettik. Skora endeksledik kendimizi. Evet, evet bunları biz yaptık! medya değil. Bunda ne kadar haklıydık tartışılır. Fakat su götürmez gerçeklerimizi hep görmezden geldik. İddialı girişimizin sezon arasında beklentileri karşılamaması kaos içine sürüklenen Beşiktaş’ın ilk adımıydı, farkına varamadık. Oysa Beşiktaş her sezon şampiyon oluyordu da biz bilmiyorduk! Beşiktaş’ın yeni bir oyun anlayışıyla farklılıklarla girdiği bu sezonda beklentilerimizi hep üst düzeyde tutmanın vermiş olduğu bencillikle hareket ediyoruz… Elbette futbol adına olumlu bir Beşiktaş var. Lakin gerçek şu ki; Burası Türkiye…
Sezonun ikinci yarısına da sezon başı gibi hızlı girmekle beraber bulunduğumuz konumu küçümsemek normal geldi. Oysa yakışmayan daha doğrusu başkalarını eleştirdiğimiz durumu bizler yaşıyorduk, farkına varamadık! Lige havlu attırdık, Avrupa’da hüsran oldu. Elde kalan Kupa maceramızı merakla bekler olduk. Oysa biz ne istediğimizi bilmiyorduk. Yaşanan mücadele sürecinde elde kalanlar ile elden çıkanları(ki bunlar sakatlıklar vs.) görmedik. Bu yüzden itildiğimiz senaryoda isyancı figüranlara bürünür olduk. 
Terk etmek ne kadar kolay… Şimdi dillerde Schuster istifa, Hakan tüh kaka! diyorsak, Beşiktaş zor bir sevdaysa ve biz zoru seviyorsak bazı şeylere katlanmamız gerek. Bunca zamandır Avrupa arenasında nerelere gelebildiğimizi, o uğurda ettiğimiz sözleri ve davranışları gözden geçirmek tek sevdamız uğruna yararlı bir iş demektir. Kaldı ki sabır olgusunu neye göre göstereceğimizi dahi bilmezken bizler, en ufak kıvılcımı yanardağ lavlarına dönüştürüyoruz.

Sürekli geçmişe nazaran yapılan yorumlardan artık bir fayda gelmeyeceğini, dünün bir geçmiş yarının bir gelecek olduğunu bilerek hareket etmeli… Keza geçmişden dem vurmak sadece avuntu olur.

İstikrar abideleri takımlara ne kadar imrendiğinizi düşünün. Öncelikle kendimize sabır etmeliyiz ki Beşiktaş’tan umut bekleyelim. Şimdiden lige havlu attı masallarına, kaldı ki atsak bile bunu felakete dönüştüren bizlere düşüyor iş. Kendimizle çelişmeyi bırakmakta bir fayda bu takıma…

Hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığı, herşeyin eskisinden daha iyi olacağı Siyah-Beyaz günlere duyduğumuz özlem bizi kendimize yabancı kılıyor. Kimlik tartışmalarının had safhada olduğu memlekette işin içine kendimizi dahil ediyoruz. Beğenmediğimiz yönlerimizi başkalarından duyduğumuzda sinir harbi yapıyorsak, kendi yakışıksızlığımızı takımımızdan görmek bu kadar basit olmamalı…

Bir futbolcuyu kazanmak kaybetmekten zordur. Bunu hepimiz algılamalıyız. Benimde beğenmediğim adamlar var. Lakin saçma sapan atıp tutmakla, ıslıklamakla olmuyor bu işler. Baskı kurma kavramından uzaklaşıp, kendi takımımızı abluka altına alıyoruz.

Geç olmadan kendimizi sorgulamak en doğrusu.. En azından gelecek sezon adına alacağımız kombineden önce yapmamız gereken ilk iş bu olmalı…

besiktAsiruh, Beşiktaş JK içinde yayınlandı | Yorum bırakın

>Özgener’in Çarşı’ya Cevabı

>

T-Fi-Fi Başkanı Mahmut Özgener, Çarşı Grubu Resmi Sitesi Forza Beşiktaş’a yaptığı basın toplantısıyla cevap verdi. İşte Özgener’in açıklamaları:

“Beşiktaşlı yöneticilerin basın toplantısının ardından organize bir şekilde üzerimize gelen, verdiğimiz cevapla birlikte ataklarını daha da sıklaştıran Forza Beşiktaş’ı kınıyor, olayda sükunetini koruyan ve kendi işine bakarak “İstenmeyen olayları istiyoruz, Bursa değiliz….” gibi bir giriş sayfası yayınlayan GFB forumlarına teşekkürlerimi iletiyorum.”


“Bazı gerçeklerin taraftarlar tarafından da bilinmesi gerekiyor.


1- Hakemler hata yapar. En üst düzey liglerde bile hata yapılıyor. Bu bizim değil, UEFA’nın sorunu. Bizim alanımız eyyam, onu da en iyi şekilde yerine getirdiğimize inanıyorum. Dünyanın en eğitimli hakemlerinin bile yapamayacağı eyyamı biz burada en iyi şekilde ortaya koyuyoruz.


2- Hakemlerimize istikrarlı bir şekilde klavyeden sallamayı biliyorsunuz. Oysa son salladığınız arkadaşımız Kamil Sabitoğlu, sizin iddia ettiğiniz gibi formaya göre değişkenlik gösteren bir hakemimiz değil, adı gibi sabit bir eyyamcıdır. Her gerek duyduğumuzda koşa koşa gelerek işinin gereğini yapan cefakar bir arkadaşımızdır. Böyle değerlerin kıymetini bilemezsek yakında görevini ifa edecek arkadaşlar bulamayız. Bu arkadaşlarımızı kimseye yedirmeyiz.


3- Özellikle Beşiktaş taraftarlarının açıklamaları futbolun dışına çıkmamıza sebep oluyor. upada iyi neticeler alınırken ligde alınan kötü sonuçlar ön plana çıkartılıyor. Kupayı başka bir federasyon başka bir MHK mi yönetiyor? Bakın, 30 yıldır kupayı alamayan kulüplerimiz var. Bu kulüplerimizin taraftarları hiç kupayı alamamalarından bizi sorumlu tutuyorlar mı? (Bıyık altından: Biz onlara ligi veriyoruz değil mi Sami? Muha :mrgreen: 


4- Öhöm öhöm… Futbolda yorum yoktur, kararlar vardır. Futbolun anayasası vardır. Futbol bir kurallar oyunudur. Futbolun ruhunu bilmeyenlerin, zarar verenlerin alışkanlıkları değişene kadar mücadelemiz devam edecektir. Onlar sinene, bizim getirdiğimiz bu çarpık düzene alışana kadar biz sistemimizi uygulamaya devam edeceğiz. Ha bir de, futbolda demokrasi yoktur. Bakın ben bile TFF’nin başına aslında seçimle gelmedim, getirildim. Babam sağolsun.”


Hepinize sesleniyorum, herkes işini yapsın. Siz tezahürata devam edebilin diye Beşiktaş’ı ligde tutmaya devam ediyoruz. Tüm bunlara siz takımınızı destekleyebilin diye göz yumuyoruz. Futbol bir oyundur, biz size oyun içinde Ali Cengiz sunuyoruz, yine de yaranamıyoruz. Velhasıl siz desteğe, biz eyyama devam şekerim.


Herkese sesleniyorum, TFF bu ülkede eli kolu uzun olanın kazanacağı bir ligin oynanması için mücadelesini sürdürecek. Geçmişte olduğu gibi biz de şerefiyle oynayıp hakkıyla kazananın önde olmasına izin vermeyeceğiz.

Beşiktaş JK, Doruk, Mamut Özgener içinde yayınlandı | Yorum bırakın